Ben
bir kurmaca metin okuru ve yazarıyım. Mektup, dilekçe, sms, e-posta fark
etmiyor, dili, sokakta konuşulduğu gibi kullanmamaya özen gösteriyorum. Çünkü
kelimelerin kâğıda yazılmış harflerden çok daha derin anlamı var benim için. O
yüzden anlatmanın gelişi güzelliğine bırakamıyorum kelimeleri. İstiyorum ki, üzerinde
çok çalışılmamış gibi doğallıkla dizilsinler ancak aksıran tıksıran, kulağı
tırmalayan bölümler, yinelemeler de
olmasın. Okurken de farklı değilim hayali bir kalem hep elimde, eksik şapkaları
düzeltiyorum, yazım hatalarını…
Okumayı
yazmayı seven, kızına da kitaplardan, iyi edebiyattan zevk alma tohumu ekmek isteyen,
onunla uyku öncesi büyülü bir dünyanın içinde gezinti yapmaktan keyif alan bir
anneyim, ben. İtiraf ediyorum, klasik masal uyarlamaları, asla ilk okuma
tercihim olmadı. Hasbelkader hediye edilen masal uyarlamalarını diğer
kitapların arasına sıkıştırıyor, her geceye bir masal kitaplarındaki masalları
tuhaf, anlaşılmaz buluyor, okumaktan imtina ediyor, daha komik, daha yaratıcı,
toplumsal rol modellerini dayatmayan kitapları kızıma sunuyordum. Orada
mutluydum. Yazarın ve çizerin bize sunduğu dünyanın içine giriyor, kahramanın
yolculuğuna eşlik ediyorduk. Ama birbirimizin gözlerine bakamıyorduk. Kelimeler
yavaştı resimlerden, ânın içinde birlikte olamıyorduk. Kitabın sayfalarının üzerinde biri minik biri
büyük iki el, didişiyorduk.
Bir
gün, kente hakikatçi geldi. Masalın
ardındaki sembolleri anlattı. Masalla ilişiğimin ne kadar uzun zaman önce
kesildiğini fark ettim, böylece. Masal söyleşilerini takip etmeye, masal
üzerine kafa yormaya başladım. Masal, büyülü bir orman gibi yavaş yavaş içine
çekti beni. Konuğu olduğum söyleşilerin mutfağındaydım. Yetmedi, masallar dile
gelmek istedi. Masal anlatmak da uyku öncesi ritüeline dâhil şimdi. Ne
kelimeler yazılanlar kadar mükemmel ne de belleğim. Anlattıkça uzuyor masallar,
gizlendikleri yerlerden usulca çıkıyor. Anlıyorum, masallar insanla yaşıyor.
Masallar, bize kötülerin kaybettiği, iyilerin
kazandığı bir dünyayı muştuluyor. Hayvanların, bitkilerin, nesnelerin, her
şeyin bir canı, yaşam hakkı olduğu masal dünyası, bize eşitliği öğretiyor.
Doğanın bize sunduklarını sınırsızca ve fütursuzca tüketme hakkımız olmadığını
haykırıyor. İyilik, kötülük, asla yapmam dediğimiz insanlık hâllerinin hepsinin
bir potansiyel olarak içimizde saklı durduğunu fısıldıyor. İçimizdeki kötüye
baktığımızda, etrafımızdaki kötüleri de anlayabiliyoruz, onların karşılanmayan ihtiyaçlarının,
öfkelerinin ve kötülüklerinin ardındaki iyiyi görebiliyoruz. Anlaşmanın bir
yolunu bulabileceğimize inanıyoruz.
Çanakkale’de masal söyleşileri, üçüncü yılında. Geçen
sene olduğu gibi bu yıl da, mayıs ayındaki sezon finalini, beş günlük bir
şölene çevireceğiz. Heyecanımıza, gündemin ağırlığı karışıyor. Zor bir dönemin
tanığıyız, hepimiz. Doğaya zulmediliyor, insana… Öfke dili her yere hâkim.
Acılar yarıştırılıyor, yeri geliyor hayata benzer pencerelerden baktıklarımızla
dâhi uzak düşüyoruz. Ayrışmalar çoğalıyor, derinleşiyor. En uzlaşılmaz sandıklarımızla
bile barışmanın yolu, dinlemekten ve konuşmaktan geçiyor oysa. Şifalanmak için
anlatmaya ihtiyacımız var, hikâyelerimizi paylaşmaya. Barışı,
farklılıklarımızla bir arada yaşamayı özlediğimiz, temenni ettiğimiz için bu
yılın temasını “Hayat Ağacının Sesleri” olarak belirledik. Hevesli, coşkulu bir
ekip, buluşma için çalışıyor şu günlerde. Neler yok ki? Masal
çemberleri, kukla atölyesi, masalsı hareket atölyesi, Likya Dede dans
gösterisi, seminerler…
Gecelerimizi
ve günlerimizi aydınlatan, bizi etrafına toplayan masalların sesi, hâlâ cılız.
İyi insanların elinden tutmasına ihtiyacı var. Kötülerin kaybettiği, iyilerin
kazandığı bir dünyayı hayallerinize ve çocukluğunuza hapsetmemek için kendinize
iyilik yapın. 11-15 Mayıs 2016 tarihleri arasında yolunuzu Çanakkale’ye
düşürün. Masallar sizi güzelliğe, esenliğe davet ediyor.
Tuğba
Gürbüz
Çanakkale
Kent Masalcıları üyesi
* Bu yazı 7 Mayıs 2016 tarihinde Yeşil Gazete'de yayımlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder