“Bir
varmış, bir yokmuş. Allah’ın deli kulları çokmuş. Bizden daha delisi hiç
yokmuş…”
Dedik, masalımıza başladık!
Bundan üç yıl kadar önceydi.
Kent Müzesi'ne vardık. Kent müzesi bir şato misali kentin ortasında salınır,
içinde bin bir dudaktan bin bir hikâyeyi saklarmış.
İşittik ki burası, kente dair
hikâyeler, masallar uydurur, ete kemiğe büründürür, fal falına, şal şalına
kondurur, masal diye yuttururmuş biz naçiz kullarına.
E madem öyle, “Masalın
masalını anlatsak acep, bize de yer var mıdır ki?” dedik.
Niyetimiz, gittikçe
önemsizleşen, sadece çocuklar için anlatılan bu kıssaların aslında biz büyükler
için ne kadar önemli olduğunu hatırlatabilmekti biraz olsun.
Masal, elbette kelimenin
manası itibariyle “mesel” taşır. Ataların deneyimlerinden süzülüp incelmiş,
yaşama dair öğretisidir taşınan. İnsanoğlunun varoluşuna dair meseleler
üzerinedir. Durum böyle olunca, nasıl sadece çocuklar için olur
masallar?
Büyüdükçe her şeyi daha iyi
bilir gibiyizdir aslında ama yaşamın karşımıza çıkardığı türlü türlü olaylara
verdiğimiz tepkiler ile iyi insan ya da kötü insan oluruz. Her ne kadar iyilik- kötülük, doğruluk-yanlışlık, güzellik-çirkinlik görecelidir diyerek sıyrılmak
istesek de, yaşadığımız topluluk, eylemlerimizin “ne” olduğuna karar verir.
Masallar bize neyin iyi, neyin
kötü; neyin doğru neyin yanlış olduğunu kestirmeden öğretir. Bunu doğrudan
yapmaz, olağanüstü soyutlamalarla yapar. İçimizdeki kötü bir ifrit olarak çıkar
karşımıza, ya da kılık değiştiren, yalan söyleyen ama çok çekici bir peri kızı
olarak. Aşk kimi zaman bir elma olarak çıkar karşımıza, kimi zaman uzağı
gösteren bir boru, kimi zaman da en ileriye atılan oktur.
Kimseye doğrudan sen kötüsün
diyemeyiz, ama masal bunu görünür kılar, dolaylı olarak ve en yalın hâliyle
gösterir. Öyle ya, bir ifritin kötülüğünden kim şüphe duyabilir?
Ne ki, bir ifrit bile
iyilikten anlar. Akılla, erdemle yaklaştığımızda içimizdeki kötüyü
ehlileştirebileceğimizi gösterir bize masal.
Çanakkale Kent Müzesi’ne
masallarla ilgili bir şeyler yapmak istiyoruz diye gittiğimizde -ki aklımızda
çok net bir fikir de yoktu esasında- uzun bir süre üzerinde düşündük bu fikrin.
Bu evrensel masal fikrini kent ile nasıl bağdaştıracaktık? Cevaplamamız
gereken ilk soru buydu. Aslında Kent Müzesi’nin yaptığı iş özünde bir hikâye
anlatıcılığı idi. Kentin tanık olduğu hikâyeler, kimi zaman bir çeyiz
sandığından, kimi zaman bir ihtiyarın dilinden, kimi zaman objelerinden
yansıyordu Çanakkale’lilere. Sorumuzun cevabı çok da zor olmasa gerekti.
Sonunda, müzenin her çarşamba
akşamı düzenlediği kent sohbetleri programında bir yer kaptık. Her ay bir
Çarşamba akşamı, masala dair bir sohbet için kente bir konuk çağırdık.
Konuklarımız bizi kırmadan geldiler: “Hakikatçi” lakabıyla tanınan gezgin,
yazar Özcan Yüksek, şair Sezai Sarıoğlu, Ana Tanrıça kültü ve sembolik
anlatımlar konusunda araştırmacı Ahmet Yazman, Çanakkale yöresindeki
masalların derleyicisi ve Halk Kültürü araştırmacısı Ömer Gözükızıl,
Yörüklerin anlattığı masalların peşinden koşan belgeselci Kenan Özer ve Çağlar
İnce, Şahmarancı Ebuburak Tacettin Toparlı konuklarımız oldular. Dünyadan,
başka diyarlardan ve başka âlemlerden hikâyelerini paylaştılar bizlerle.
Bununla kalmadık, her
konuğumuzu radyoda konuk ettik, onlarla masallar üzerine, masalların erdemleri
ve mesajları üzerine sohbetler ettik. Hatta Şahmarancımızla Şahmaranlar
boyadık, boyadığımız Şahmaran’ları sergiledik.
Masal diyarı bizi uçan
halısına bindirdi, Şah Şehriyar’la Şehrazat’ın Binbir Gecesi'ne, Ainedar kadının
gizemine, Yaşayan Ana Tanrıça Sarıkız’ın efsanesine, Şahmaran’ın hasbahçesine,
yörüklerin develer üzerindeki yaşamına, açgözlülüğü ile gözünü kör eden
kervancı ile dervişin hikâyesine götürdü.
Masal maceramız sayesinde,
Kent Müzesi bir şatoya, müzenin müdürü bir şövalyeye, bizler de şatoyu bin bir
gece ve bin bir gündüz ele geçirmeye çalışan haramilere dönüştük.
Masallarla uğraşımız sonunda
masalları araştıran bir masal topluluğu kuruldu. Bu topluluk masal anlatırken
müzik ve dans gösterisi yapan bir başka topluluğa maya oldu. Nitekim bu topluluğa
da “Maya” adı verildi.
Masalcı konuklarımızla
yaptığımız radyo programları, yeni bir radyo programına ilham oldu. “Açıl Susam
Açıl” bir sezon dinleyicileriyle buluştu.
Bunlarla yetinmedik, masalları
anlatanları, masalların erdemlerini, sözleri ile bize ulaştıranları
buluşturduk. Çanakkale Masalcılar Buluşması’nı düzenledik 2015 yılının Mayıs
ayında. Kuzey’den Güney’e, Doğu’dan Batı’ya masal anlatıcılarını çağırdık. Kimi
Lazların destanlarını anlattı, kimi şarkıların hikâyelerini paylaştı, Kent Müzesi’nin
salonunda, Halk Bahçesi'nde atlar şahlandı, kuşlar canlandı, orman konuştu.
Bu satırları yazarken fark
ediyorum ki aslında bu serüvenin kendisi bir masal. Anlatıldıkça genişleyen,
dinleyenlerini içine katan, dilden dile söylenecek olan bir masalın ilk filizi.
Şurası bir gerçek ki, masallar
çocuklardan daha çok büyükler için gerekli artık. Zulüm, doğanın acımasızca
katli, insanlık için yüz kızartıcı suçların, kimseyi etkilemeyecek kadar
olağanlaştığı ve kanıksandığı günümüzde, insan için neyin doğru neyin
yanlış olduğu masallarda değil de nerede yazılıdır ki?
Doğru ve yanlışın bize
öğretildiği bütün kitaplar da hazır hükmünü yitirmişken masallara kaybettikleri
itibarlarını iade etmenin zamanı geldi de geçiyor. Yaptığımız biraz da bu…
Önümüzde uzun bir yol var,
sonunu göremediğimiz. Yeni masallar anlatılacak.
Çanakkale Masalcılar Buluşması
2. kez bu büyülü dünyaya ayak basmaya hevesli olanlar için hazırlanıyor. Bu kez de içinde kuklalardan, masal anlatıcılarına, hayalilerden, müzisyenlere pek çok insan
olacak.
Yüreğine su serpmek isteyen
herkesi, 11-15 Mayıs 2016 tarihleri arasında, tam da burada, iki suyun birleştiği yerde bekliyoruz!
2. Çanakkale Masalcılar
Buluşması düzenleyenler adınaGüneşin Aydemir
Hikâye Anlatıcısı